Anadolu, M.Ö. IŞI. binden başlayarak daha çok Doğu’dan gelen
etkilere açıktı. Ama bu durum M.Ö. 1200 yıllarından sonra değişerek, Batı ile
ilişkiler önem kazanmaya başlamış ve Roma çağının sonuna kadar sürmüştür.
Bugünkü Batı uygarlığı kökenini, büyük ölçüde Anadolu topraklarında M.Ö. 1200’de
başlayan ve uzun yıllar sürecinde gerçekleşen kültür gelişimine borçludur.
Ege dünyası M.Ö. 16. yüzyıldan M.Ö. 1200’e kadar Miken çağının
etkisinde kalmıştır. Miletos, Troja, Ephesos, Müskebi buluntuları da bu etkiyi
kanıtlamaktadır. M.Ö. 1200-1050 yılları arası Batı Anadolu için karanlıkta
kalmış bir dönemdir. M.Ö. 1050 yıllarından sonra ise genelde “Polis” adı verilen
ilk kent devletleri kurulmaya başlamıştır. Bu kentler, çevresinde bir sur
bulunan aşağı kent ve gerisindeki “Akropolis” adı verilen yüksek bir tepeden
oluşuyordu. Başlangıçta düzensiz bir plana sahiptiler. M.Ö.5. yüzyıldan
başlayarak düzenli plan uygulanan kentler de vardır ki, bunlara tasarımının
Hippodamos’a ait olduğu düşünülen dama tahtası planlı Miletos ve Priene kentleri
örnek gösterilebilir. Bu kentlerin ana merkezlerinde devlet ocağı, tapınaklar,
resmi yapılar, pazar meydanları (agora) ve diğer yapılar yer alıyordu.
Antik mimarinin en önemli yapı tipi “Tapınak”tır. Tanrının evi
olduğuna inanılan tapınaklar tanrının heykelini ve ona adanan kutsal eşyaları
korurlardı. Yunan tapınağı “Megaron” denilen bir yapı tipinin gelişmesiyle
ortaya çıkmıştır. M.Ö.7. yüzyıldan beri taştan yapılan tapınaklarda önceleri
“ıyon” ve “Dor” adı verilen iki düzen hakimdi, sonradan bunlara “Korint” düzeni
de eklenmiştir. Tapınaklar M.Ö.6. yüzyılda ana biçimlerini almış, Yunanistan’da
ortaya çıkan Dor düzeni daha çok Güney İtalya ve Sicilya’da kullanılmıştır. ıyon
düzeni ise Batı Anadolu’da ortaya çıkarak yayılmıştır. Ama Batı Anadolu’da da
Dor düzeninde tapınaklar vardır. Buna bir örnek olan Assos’daki (Behramkale)
Athena Tapınağı kabartmalı arkhitravları ile klasik Dor tapınaklarından
ayrılmaktadır.
Klasik çağ, M.Ö.5. yüzyıl tapınaklarının en güzeli, Atina
Akropolü’ndeki Parthenon’dur. Bu tapınağın tasarımı ve heykeltraşlık işleri
zamanın ünlü heykeltarış Phidias tarafından yapılmıştır. Ama Parthenon saf bir
Dor tapınağı olmayıp, ıyon düzeninin de etkisinde kalmıştır. ıyon düzenini Dor
düzeninden ayıran en önemli özellik, sütunlarıdır. ıyon düzeninde sütunlar daha
ince ve yüksek olup, bir kaideye ve volütlü bir başlığa sahiptirler. M.Ö. 6.
yüzyılı ait ıyon tapınaklarında cella, iki sütun dizisi ile çevrelenmiştir. Bu
tipteki tapınakların en ünlüleri, Samos (Sisam) Hera, Efes Artemis ve Didyma
Apollon tapınaklarıdır. ıyon mimarlığı Anadolu’nun güneybatısındaki Lykia ile
doğuda ıran’a kadar olan bölgede, batıda da M.Ö. 5. yüzyılda Atina’da etkili
olmuştur.
M.Ö. 4. yüzyıl ve Hellenistik dönem (M.Ö. 330-30) mimarlığının
en önemli örnekleri Priene Athena Tapınağı ve Didyma’daki Apollon Tapınağı’dır.
Hellenistik dönemin öteki önemli tapınağı ise mimar Hermogenes tarafından M.Ö.
2. yüzyıl ortalarında Menderes Magnesia’sında yapılan Artemis Tapınağı’dır. Bu
tapınak saçaklığında friz kullanılmasıyla sonraki tapınaklarla örnek
olmuştur.
Korint düzeni ile M.Ö. 5. yüzyılda oluşmaya başlamış ama M.Ö.
4. yüzyılda gelişmiştir. ıyon düzeninden farkı, akant yapraklarından oluşan
sütun başlıklarıdır. Silifke dolaylarındaki Uzuncaburç Zeus Tapınağı’nda ve
Atina’da Zeus Olympos Tapınağı’nda görülen bu düzen, daha çok Roma çağında
kullanılmıştır.
Tapınakların dışındaki mimari tipler, örneğin evler hakkındaki
bilgilerimiz ise M.Ö. 4. yüzyıla dayanmaktadır. Anadolu’da genellikle “avlulu
ev” planları uygulanmıştır. Priene kenti ile Delos adasında gün ışığına
çıkarılan evler en iyi örnekleri oluştururlar. Sarayların en iyi örneği ise
Bergama’dadır. Antik kentlerde ayrıca, pazar yerleri, bir yamaca yaslanmış
oturma kademeleriyle tiyatrolar, konser binası (odeon), şehir meclisi binaları
(buleuterion), fikir ve beden eğitiminin yapıldığı gymnasionlar, atletizm
yarışmalarının yapıldığı stadionlar da bulunmaktaydı.
Antik kentlerde nekropol adı verilen mezarlıklar da önemli bir
yer tutar. Özellikle kral mezarları arasında Anadolu’daki tümülüs mezarlar,
Ksanthos’daki (Harpiler) gibi kule ya da paye tipli mezarlar ve tapınak tipli
mezarlar önemlidir. Tapınak tipli mezarların en önemlileri ise nereidler, Belevi
Mausoleumu ve Halikarnassos Mausoleumu’dur. Öteki mezar tipleri arasında kaya
mezarları ve lahitler de önemli yer tutarlar.
Heykeltraşlık sanatında ise önceleri kil, taş, kemik, fildişi
ve tunç gibi malzemelerden yapılan ilkel heykeller, M.Ö. 7. ve 6. yüzyıldan
başlayarak anıtsallaşmışlardır. Bu arada bazı ekoller oluşmuştur. Örneğin,
Girit-Peleponnes ekolüne giren sanatçılar, Mısır etkisi altında frontal, dimdik
ayakta duran anıtsal çıplak erkek heykelleri yapmışlardır. Bir başka ekol ise
ıyonya’da gelişmiştir. Miletos’tan Didyma’ya giden kutsal yol üzerindeki oturan
heykeller bu ekole aittir. Her iki ekol de Atina’yı etkilemiş ama Atinalı
sanatçılarda farklı özellikler göstermiştir. M.Ö. 5. yüzyılda frontal duruş
değişerek, doğaya daha uygun bir duruş biçimi sağlanmış ve Atinalı sanatçılar
özgün yapıtlar vermeye başlamışlardır. Disk atan heykeli ile Myron,iki hareket
arasındaki anı vermekte başarı göstermiştir. Atina heykelciliği Phidias ile
doruk noktasına ulaşmıştır. Parthenon heykeltraşı olan Phidias, teknik
güçlükleri yenmiş, elbise ile vücut arasındaki uyumu sağlamada başarılı
olmuştur. Polykleitos ise, tanrı heykelleri ile erkek vücudunun güzellik ve
gücünü gösteren atlet heykelleri ve vücudun çeşitli kısımları arasındaki
oranları saptayan kitabı ile ünlüdür. M.Ö.4.yüzyılda ise Praksiteles, genç
tanrıları insanlaştırmış, onları belirli bir iş görürken betimleyerek vücut
güzelliklerini ustalıkla belirtmiştir. Ünlü Belvedere Apollonu heykelini yapan
Leohares de güzellik ve görkemi ile göze çarpan, aynı zamanda zarif vücutlu olan
tanrı heykelleri yapmıştır. Skopak, yapıtlarında tanrı ve insanların hiddet ve
kendinden geçme hallerini konu olarak işlemiştir. Skopas ve Leohares’in yanı
sıra Halikarnassos’daki (Bodrum) Mausoleum’da çalüşan Briyaksis ise doğal
büyüklüğün üstünde yaptığı heykeller ile ün kazanmıştır.
Hellenistik dönemde karakter portreleri de gelişmiştir. En ünlü
sanatçı Lysippos’dur. Lysippos yaptığı tunç heykellerde insanları oldukları gibi
değil, kendisine göründükleri gibi betimlemeye önem vermiştir. Ayrıca başları
küçülterek, yeni bir oranlar sistemi ortaya koymuştur. Bu dönemin en önemli
yapıtlarından biri, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki ıskender Lahdi’dir.
Suriye’de Sayda’da bulunmuş olan bu lahdin üzerinde Büyük ıskender tasvir
edilmiştir. Ama bu lahit aslında Fenike’de yerli bir krala aittir. Kral böyle
bir lahit yaptırmakla kendisine ıskender süsü vermek istemiştir. Hellenistik
dönem heykeltraşlığında Bergama ekolü de önemli bir yer tutar. İstanbul
Arkeoloji Müzesi’ndeki ıskender Başı da bu ekole aittir. Yine M.Ö.2. yüzyılın
ortalarına tarihlenen Bergama’daki Zeus Sunağı’nın frizinde ise tanrılarla
devlerin savaşı sahnelenmiştir. ıiddet, aşırı hareketler ve yüzlerde patetik
ifadelerin görüldüğü bu kabartmalarda bir dram havası sezilir.
Resim sanatı hakkında en iyi bilgiler ise vazo resimlerinden
elde edilir. Sanatın gelişimi en açık ve doğru olarak çanak-çömleklerde
izlenebilir. Aka geleneğine bağlı “Submiken” vazolardan sonra M.Ö.11.yüzyılın
sonlarıyla 10. yüzyılda “Proto-geometrik” adı verilen bir üslup ortaya
çıkmıştır. Bu üslupta bezeme ile vazo biçimi arasında tam bir uygunluk
sağlanmıştır. Açık renkte yapılan vazoların dış yüzleri siyah parlak boyayla
şeritlere ayrılır, bu şeritlerin içi düz hatlar, içiçe geçmiş daireler ya da
dalgalı hatlarla doldurulurdu. Bu vazo bezemesi, yerini M.Ö. 9. yüzyıldan 7.
yüzyıla dek “Geometrik” denilen üsluba bırakmıştır. Bu üslupta ise vazo yüzeyi
yine yatay şeritlere ayrılıyor, bunlar da dikey çizgilerle kare ya da dikdörtgen
alanlara bölünüyordu. Bu bölümler de zigzag hatlar, menderes, gamalı haç, dama
tahtası gibi geometrik bezemelerin yanı sıra o döneme özgü insan ve hayvan
motifleriyle doldurulmaktaydı.
Doğu ile ilişkilerin artması sanat yapıtlarını da etkilemiştir.
Vazolarda doğulu bitki ve hayvan motifleri yer almaya başlamış, böylece M.Ö.700
yıllarında “Orientalizan” ya da “şarkkari” denilen üslup ortaya çıkmıştır. M.Ö.
7. yüzyılda Atina’da iyi bir teknikle çok güzel bezenmiş vazolar yapılıyordu.
M.Ö.6.yüzyılda ise “siyah figürlü” denilen teknikte yapılmış vazolarda geometrik
bezemenin yerini insan figürlerinin aldığı görülür. Bu dönemde vazoyu yapan ve
pişiren çömlekçi ile boyayan ressamın imzalarını atmaları, yaptıklarının bir
sanat yapıtı olduğuna inandıklarını gösterir. Buna en güzel örnek François
Vazosu’dur. M.Ö.530-520 yıllarında Atina vazo tekniğinde siyah figürlü vazoların
yerini “kırmızı figürlü vazolar” almıştır. Bu teknikte, figürler siyah zemin
üzerine kırmızı boya ile yapılmaktaydı. Atina vazo sanayii tüm görkemine karışn,
M.Ö. 4. yüzyılın sonunda gerileyerek ortadan kalkmıştır.
Bu dönemde yapılmış olan büyük tablolar kaybolduğundan etkileri
ancak mozaiklerde izlenebilmektedir. Pompei’deki bir evde bulunmuş olan İskender
Mozaiği, ıskender döneminde yapılmış bir savaş tablosu hakkında fikir
vermektedir. Yine ıskender Lahdi’nin üzerindeki savaş kabartmasının da büyük bir
tablonun etkisiyle yapıldığı kabul edilmektedir.
Hellenistik çağın bitimiyle sanatın merkezi Batı Anadolu ve
Yunanistan’dan Roma’ya kaymıştır. Roma sanatının köklerini ise ıtalik Etrüsk ve
Hellenistik sanatta aramak gerekir. Etrüstler, olasılıkla M.Ö.1. binin
başlarında Anadolu’dan ıtalya’ya geçmişler ve büyük bir uygarlık kurmuşlardır.
Surlarla çevrili şehirlerde taş temeller üzerine kerpiç duvarlı ve ahşap çatılı
evler ile tapınaklar yapmışlardır. Mezar mimarisine de büyük önem vermişler,
mezar odalarını kabartmalarla ya da frekslerle süslenmişlerdir. Etrüsk yapı
tekniğine ek olarak kireç harcının kullanılması da Roma mimarisinin gelişmesinde
büyük etken olmuştur. Harcın kullanılmasıyla kemer ve kubbe tekniği ilerlemiş ve
geniş mekanların üzerleri örtülebilmiştir. Etrüsk geleneğini sürdüren Roma
tapınağı ise, yüksek bir kaide üzerinde, ön cephesinde geniş bir merdivenle
çıkılan derin bir portik ve geresindeki dikdörtgen celladan oluşur. Genellikle
Korint düzeni yaygındır. Cellanın duvarlarında ise ön cephenin sütunları yarım
sütun şeklinde devam ettirilmiştir. Ayrıca yuvarlak tapınaklar da yapılmıştır.
En önemlisi İmparator Hadrianus döneminde Roma’da yapılan Pantheon’dur. Üzeri
büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Anadolu ise Roma egemenliği altında olmasına
karışn, mimaride eski geleneğini sürdürmüştür. Ankara Augustus Tapınağı ile
Aizanoi’deki (Çavdarhisar) Zeus Tapınağı da Roma çağında Yunan geleneğini
sürdüren yapılardır.
Roma tapınakları, avluların ortasında ya da gerisinde ama hep
tam eksende yer alacak şekilde yapılmışlardır. Bu avlulara toplantı ve pazar
yeri olan agoranın karışlığı olarak Roma’da “forum” adı verilir. Özellikle
imparator forumları çok görkemli komplekslerdir.
Tiyatro yapıları da Roma mimarisinin en önemli yapıtları
arasında yer alırlar. Bu tiyatrolar, Yunan tiyatroları gibi sahne binası, yarım
daire şeklinde meydan ve oturma kademelerinden oluşmaktaydı. Ama sahne binası
çok gelişmiş olup, oturma basamakları ile birleştirilerek mimari bir bütünlük
sağlanmıştır. Bu tiyatroların en iyi örneği, Antalya yakınlarındaki Aspendos
Tiyatrosu’dur. Gelişen kemer ve tonoz yapımı sayesinde, oturma basamakları
kemerli mekanlar üzerine oturtulabilmekte, böylece Side’de olduğu gibi düz bir
arazide de tiyatro yapılabilmekteydi. Ayrıca oval bir alanı tamamen çevreleyen
oturma kademelerinden oluşan amphitiyatrolar, gladyatör oyunları ya da vahıi
hayvanların boğuşmaları için yapılmışlardır. Bunların en başarılı örneği
Roma’daki Colosseum’dur. Bu yapının dış cephesinde bilinen her üç düzen de
kullanılmıştır.
Roma mimarisinin en önemli yapı tiplerinden biri de
hamamlardır. Bu hamamlarda bazı bölümler alttan ve duvardan ısıtılarak sıcak
mekanlar elde edilmişti. Soyunma yerleri, soğuk, ılık ve sıcak mekanlar hamamın
en önemli bölümlerini oluşturuyordu. Hamamlar imparatorluk döneminde
kitaplıklar, konferans salonları, havuzlar, spor salonları ile birleştirilerek
görkemli yapılar halini almıştır. Roma’da Diokletianos ve Carakalla hamamları
ile Anadolu’da Miletos, Ankara, Ephesos ve Perge’deki hamamlar en önemli
örneklerdir.
şehirlere ve hamamlara su, kaynaktan su köprüleri ile
sağlanırdı. Fransa’daki Pont du Gard ve Antalya’daki Aspendos su kemerleri
günümüze kalan en iyi örneklerdir. İmparator Valens zamanında yapılmış olan
İstanbul’daki Bozdoğan Kemeri de bu tip yapıların geç örneklerinden biridir.
Roma mimarisi hakkında en iyi fikir veren evler, Pompei ve
Herkulaneum’dakilerdir. Bu evlerin esasını atrium denilen üzeri örtülü,
tavanının ortasında bir delik ve tam altında havuz bulunan bir mekan
oluşturmaktadır. Bunun çevresinde ise dükkanlar, yemek ve yatak odaları ile
bahçe yer almaktaydı. Bu tip evlerin yanı sıra sütunlu avlulu Yunan tipi evler
ile apartman tipinde çok katlı evler de yapılmıştır. Evlerden başka, zengin
kişilerin villaları ve imparator sarayları da Roma uygarlığının zenginliğini ve
görkemini gösteren yapılardır.
Roma kentinin en önemli ögelerinden biri de her iki yanında
dükkanlar bulunan direkli caddelerdir. Bu caddeleri ya da meydanları süsleyen
taklar ise heykel taşıyıcı olup, üzeri tonoz kemerle örtülü bir ya da üç gözlü
geçitlere sahiptirler. Tek gözlü taklara Roma’da Titus, üç gözlülere yine
Roma’daki Konstantin takı örnek gösterilebilir.
Heykeltraşlıkta ise Romalılar, Yunanlılar kadar yaratıcı
olamamışlardır. Yunan yapıtlarını toplayarak ülkelerine getirmişler,
kolleksiyonlar yapmışlar ve bunları kopya ederek çağaltmışlardır. Bu kopyalar
Yunan heykeltraşlığı hakkında önemli bilgiler edinmemize neden olmuştur.
Romalılar, plastik sanatların portre ve tarihi kabartma kolunda
ise orijinal yapıtlar ortaya koymuşlardır. Roma portre sanatı ölüler kültünden
doğmuştur. Yunan portrelerinde görülen idealizm yerine realist bir üslup
uygulamışlar ve bugünkülere benzer portreler yaratmışlardır. Roma cumhuriyet
döneminde portrelerde kişisel hatların realist bir tarzda gösterilmesine önem
verilmiştir. Augustus’un Primaporta heykeli bunun en güzel örneğidir. Flavuslar
döneminde de bu üslup sürmüş, ancak imparator Trajanus ve Hadrianus döneminde
gölge-ışık oyunlarından ve hareketli ifadelerden vazgeçilerek, yunan etkisi
altında, realist hatlar hafifletilmiş olarak verilmiştir. Belirli bir zaman ve
yerde meydana gelen bir olayı betimleyen tarihi kabartmaların en önemlilerinden
biri, Augustus zamanında Roma’da yapılmış olan Ara Pacis yani Barış Sunağı’nın
kabartmalarıdır. Bu kabartmalarda Roma kentinin geçmişi ile ilgili sahneler,
imparator ve ailesinin, yüksek memurların portreleri tasvir edilmiştir.
Roma’daki Titus Zafer Takı’nın kabartmalarında ise imparatorun zafer alayı ve
ele geçirdiği ganimetler gösterilmiştir. İmparator Trajanus’un sütunu üzerinde
de imparatorun Dakia seferi ile ilgili savaş sahneleri devam eden bir tablo gibi
betimlenmiştir.
Roma sanatının tüm dallarında eyaletlerin etkisi açıkça
görülmektedir. Bu eyaletlerin en önemlilerinden biri de Anadolu’dur. Anadolu,
daha tarih öncesi çağlardan beri büyük bir uygarlığın beşiği olmuş ve etkilerini
çağlar boyunca sürdürmüştür.