LENDERİS ANTİK KENTİ-AYDINCIK-MERSİN
Çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş olan Aydıncık’ın tarihî adı Kelenderis’ tir. Mitolojiye göre Kelenderis, denizcilik ve ticarette çok ilerlemiş Fenikelilerden Sandakos tarafından üç bin yıl önce bir liman ve ticaret şehri olarak kurulmuştur. Kente daha sonra Hititler, Asurlular, Sisamlılar, Selefkoslar, Mısırlılar, Romalılar, Bizanslılar, Emeviler, Ermeniler, Karamanoğulları ve Osmanlılar hakim olmuştur.
Kelenderis ilk parlak dönemini, M.Ö. 5. ve 4. yy’larda yaşamıştır. Kendi parası M.Ö. 5. yy’da görülmeye başlamış ve Büyük İskender’in Anadolu’ya gelişine kadar sürmüştür. M.Ö. 425-400 yıllarına tarihlenen gümüş bir Kelenderis sikkesinin ön yüzünde şaha kalkmış bir atın üstünde yan oturmuş bir süvari, arka yüzünde ise başını sağa çevirmiş ve diz çökmüş vaziyette bir keçi bulunmaktadır.
Romalılar yöreye hakim olurca, Kelenderis Limanı’ndan önemli ölçüde yararlanılmış ve burası Roma’nın vazgeçilmez bir ticaret şehri olmuştur. Romalılar zamanında kent imar olmuş, şato, saray, su yolları, hamam ve limanı ile mükemmel bir şehir özelliği taşıyordu.
Bizanslılar devrinde de imar olan kent, çağının en güzel ve medenî yörelerinden birisi olmuştur. Yöre 11. yüzyılda Ermenilerin eline geçmiş. 1228 yılında Karamanoğlu Alaeddin Bey’in komutanlarından Ertokuş Bey, Kelenderis Kalesi’ni Ermeniler’den alarak buraya doğudan gelen Türkler’i yerleştirmiştir. Gülnar Hatun’a bağlı Oğuz boyları Horasan Bölgesi’nin Merv Kenti’nden göçerek Toroslar’a gelip yerleştikleri için yöremize Gülnar adı verilmişti. 1461 yılında Silifke ve Mut ile birlikte Gülnar da Fatih Sultan Mehmet döneminde, Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı yönetimine katılmıştır.
Kelenderis adı zaman içinde değişerek Kalendria, Kelendri, Gelendir, Gilindir derken Gilindire’ye dönüşmüştü. İlçedeki Rumlar mübadele gereği iskeleden kayıklara binerek Kıbrıs üzerinden Yunanistan’a gitmişlerdir.20′li yıllarda 500 kadar Rum’un Gilindire’de zanaatla uğraştıkları,göçten sonra Gilindire merkezinde çok az bir nüfus kaldığı anlatılmaktadır.
1867 Vilayet Nizamnamesi’nin getirdiği yeni yönetsel bölümlenme uyarınca, İçel Sancağı’nın kazaları şunlardı: Anamur, Mut, Silifke ve merkezi Kilindria olan Gülnar.
Efes Antik Kenti
EFES – SELÇUK
Efesin Tarihçesi
İzmir İli Selçuk İlçesi sınırları içindeki antik Efes kenti’nin ilk kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına, Neolitik Dönem olarak adlandırılan Cilalı Taş Devri’ne kadar inmektedir. Son yıllarda yapılan araştırmalar ve kazılarda Efes çevresindeki höyükler (tarih öncesi tepe yerleşimleri) ve kalenin bulunduğu Ayasuluk Tepesi’nde Tunç çağları ve Hittitler’e ait yerleşimler saptanmıştır. Hititler Dönemi’nde kentin adı Apasas’tır. M.Ö. 1050 yıllarında Yunanistan’dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, M.Ö. 560 yılında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise, Büyük İskender’in generallerinden Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuştur. Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes, Asya eyaletinin başkenti ve en büyük liman kenti olarak 200.000 kişilik nüfusa sahipti. Efes, Bizans Çağında tekrar yer değiştirmiş ve ilk kez kurulduğu Selçuk’taki Ayasuluk Tepesi’ne gelmiştir. 1330 yılında Türkler tarafından alınan ve Aydınoğulları’nın merkezi olan Ayasuluk, 16.Yüzyıl’dan itibaren giderek küçülmeye başlamış, 1923 yılında Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra Selçuk adını almış ve bugün 30.000 kişilik nüfusa sahip turistik bir yerdir.
Efes
Antik dünyanın en önemli merkezlerinden biri olan Efes, İ.Ö. 4.bine dek giden tarihi boyunca uygarlık, bilim, kültür ve sanat alanlarında her zaman önemli rol oynamıştır.
Doğu ile Batı (Asya ve Avrupa) arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes’in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamıştır.
Ancak, Efes antik çağdaki önemini yalnızca büyük bir ticaret merkezi olarak gelişmesini ve başkent oluşuna borçlu değildir. Anadolu’nun eski anatanrıça (Kybele) geleneğine dayalı Artemis kültünün en büyük tapınağı da Efes’de yer alır. Bu tapınak dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilir.
Efes tarihi boyunca birçok kez yer değiştirdiğinden kalıntıları geniş bir alana yayılır. Yaklaşık 8 km²lik bir alana yayılan bu kalıntılar içinde kazı-restorasyon ve düzenleme çalışmaları yapılmış, ziyarete açık olan bölümlerdir.
1- Ayasuluk Tepesi (İ.Ö. 3. bine tarihlenen en erken yerleşim ile Bizans Devrine ait, Hıristiyanlık dünyası için büyük önem taşıyan St. Jean Kilisesi),
2- Artemision (İ.Ö. 9-4. yüzyıllara ait önemli bir dini merkez; dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı)
3- Efes (Arkaik-Klasik-Hellenistik-Roma ve Bizans Devri yerleşimi),
4- Selçuk (Selçuklu, Osmanlı Dönemi yerleşimi ve bu yerleşimi barındıran, bugün önemli bir turizm merkezi olan modern kent),
Antik Çağda önemli bir uygarlık merkezi olan Efes bugün de yılda ortalama 1,5 milyon kişinin ziyaret ettiği önemli bir turizm merkezidir.
Efes’teki ilk arkeolojik kazılar British Museum adına J.T. Wood tarafından 1869 yılında başlamıştır. Wood’un ünlü Artemis Tapınağını bulmaya yönelik bu çalışmalarına 1904 yılından sonra D.G. Hogarth devam etmiştir. Bugün de çalışmalarını sürdüren Avusturyalıların Efes’teki kazıları ilk olarak 1895 yılında Otto Benndorf tarafından başlatılmıştır. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün 1. ve 2. Dünya Savaşları sırasında kesintiye uğrayan çalışmaları 1954 yılından sonra aralıksız devam etmiştir.
Efes’te Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün çalışmalarının yanı sıra 1954 yılından itibaren Efes Müzesi de T.C. Kültür Bakanlığı adına kazı, restorasyon ve düzenleme çalışmalarını sürdürmektedir.
100 yıldan fazla bir süredir devam eden bu çalışmalar ile bir yandan Efes tarihine ve Anadolu arkeolojisine yeni boyutlar kazandıran bilimsel sonuçlar elde edilmekte, diğer yandan kazılar sonucu açığa çıkarılan önemli yapı ve anıtlar restore edilerek ayağa kaldırmakta ve çevreleri ile birlikte düzenlenmektedir.
Efes Müzesi tarafından son yıllarda yapılan kazılar:
1- Çukuriçi Höyüğü: Magnesia kapısının güneybatısında bulunmaktadır. Elde edilen buluntulara göre İ.Ö. 4. bine dek giden prehistorik yerleşim ortaya çıkarılmıştır.
2- Ayasuluk Tepesi Kazıları: Kalenin güneydoğu yamaçlarında sürdürülmektedir. Elde edilen buluntular ışında İ.Ö. 3500 yıllarına inmektedir.
Efes Müzesi
T.C. Kültür Bakanlığı adına Efes’teki arkeolojik araştırmalardan, düzenleme, kontrol ve koruma çalışmalarından sorumlu olan Efes Müzesi, Efes ve yakın çevresinde bulunan Miken, Arkaik, Klasik, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı devirlerine ait önemli eserlerin yanı sıra kültürel faaliyetleri ve ziyaretçi kapasitesi ile de Türkiye’nin en önemli müzelerinden biridir.
Efes’teki ilk arkeolojik kazılardan sonra 1929 yılında depo işlevinde kurulmuş, 1964 yılında yeni bölümün inşası ile genişleyen Efes Müzesi sonraki yıllarda sergi değişiklikleri ve yeni ekler ile sürekli gelişmiştir.
Efes Müzesi’nin ağırlıklı olarak bir antik kentin eserlerini sergileyen müze olması nedeniyle kronolojik ve tipolojik bir sergileme yerine eserlerin buluntu yerlerine göre sergilenmeleri tercih edilmiştir. Buna göre salonlar Yamaç Evler ve Ev Buluntuları Salonu, Sikke ve Hazine Bölümü, Mezar Buluntuları Salonu, Efes Artemisi Salonu, İmparator Kültleri Salonu olarak düzenlenmiştir. Bu salonların yanı sıra müze iç ve orta bahçelerinde çeşitli mimari ve heykeltraşlık eserleri bahçe dekoru içinde ve uyumlu olarak sergilenmektedir. İki büyük Artemis heykeli, Eros başı, Yunuslu Eros heykelciği, Sokrates başı, Efes Müzesi’nin dünyaca tanınmış ünlü eserlerinden bazılarıdır.
Efes Müzesi koleksiyonlarında halen yaklaşık 50.000 eser bulunmaktadır. Bu sayı her yıl sürdürülen arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkarılan veya çevre halkının bağış yoluyla getirdiği eserler ile artmakta, müze koleksiyonları zenginleşmektedir. Bu eserlerin kısa süre içinde bilim dünyasının ve insanlığın hizmetine sunulması düşüncesiyle Efes Müzesi’nde “Yeni Buluntular Salonu” oluşturulmuştur. Ancak, bu salon her zaman yeterli gelmemekte, diğer salonlardaki sergilemelerin de yeni buluntular ışığında ve çağdaş müzecilik anlayışına uygun olarak yenilenmesi gerekmektedir.
Bu anlayışa uygun olarak Yamaç Evler ve Ev Buluntuları Salonunda yapılan yeni düzenlemede buluntu gruplarını birarada sergileyerek konu bütünlüğü oluşturulması amaçlanmıştır. Salonda günlük yaşam konusu içinde her çağdaki insan için vazgeçilmez gereksinimler olan tıp ve kozmetik aletleri, takıları, ağırlıklar, aydınlanma araçları, müzik ve eğlence buluntuları ve dokuma araçlarından örnekler; ev kültü ve dekorasyonunda kullanılan heykelcikler, imparator ve tanrı heykelleri, büstleri ve mobilyalar sergilenmektedir. Salonun bir bölümünde Efes Yamaç Evler’den “Sokrates Odası” olarak bilinen bir oda fresk, mozaik ve çeşitli mobilyalardan oluşan dekoru içinde foto-mankenler ile düzenlenmiştir.
Efes Müzesi’nin müze, Efes ve Selçuk içinde yeni düzenlemeler sonucu ziyarete açılan yeni bölümleri;
1- Arasta ve Hamam Bölümü: Müzenin orta bahçesine bitişik, müze ile bütünlük oluşturan bölümde eski Türk kasabalarında ticaret hayatı ve kaybolmaya yüz tutan çeşitli el sanatları canlı olarak sergilenmektedir. Tarıma bağlı yöresel yaşamda önemli yer tutan tahıl öğütme sistemi (değirmenler) gelişimi ve farklı tipleri ile; bakırcılık ve gözboncuğu yapımı; Türk çadırlarının sergilendiği bölüm içinde eski Türk yapısı ve 16. yüzyıla ait Osmanlı hamamı da restore edilerek sergi alanında değerlendirilmiştir.
2- Ayasuluk Kitaplığı: Efes Müzesi’nin arka sokağı içindeki eski bir Türk yapısı (14. yüzyıl) müze tarafından restore edilmiş ve semt halkının günlük gazete veya kitap okuyabileceği küçük bir kitaplık işlevi kazandırılmıştır.
3- Görme Engelliler Müzesi: Efes aşağı Agoradaki antik dükkânlardan biri restorasyonu yapılarak görme engelilerin gezebileceği bir müzeye dönüştürülmüştür. İki bölümden oluşan bu müzede kopya ve orijinal eserler sergilenmektedir.
Kültür ve Eğitim Faaliyetleri
Efes Müzesi olağan müzecilik faaliyetlerine paralel olarak ilçe halkına ve arkeoloji çevresine yönelik kültür ve eğitim faaliyetleri de düzenlenmektedir. Bu faaliyetler;
Konferanslar: Ağırlıklı olarak Efes ve çevre arkeolojisi konularının tartışıldığı sürekli konferanslar düzenlenmektedir.
Sergiler: Efes Müzesi içindeki sanat galerisinde resim heykel ve çeşitli el sanatlarından oluşan çağdaş sanat eserleri sürekli olarak sergilenmekte, bu şekilde antik ve çağdaş sanat eserleri arasında bağlantı sağlanmakta ve 21. yüzyıla aktarılabilecek bir çağdaş sanat eserleri koleksiyonu oluşturulmaktadır.
Seminerler: Efes Müzesi tarafından her yıl eski eserlerin korunması, özellikle çocukların Efes ve eski uygarlıklar konularında eğitimine yönelik seminerler; zaman zaman Kültür Bakanlığı’nca düzenlenen Türkiye müzelerindeki tüm müze uzmanları için eğitim kursları ve kazı sonuçları toplantıları düzenlenmektedir.
Ayrıca Efes örenyerinde sürekli sergiler bulunmaktadır.
Kuretler Caddesi’nde “Baharatçı Dükkanı” sergisi
Aşağı agorada “Antik Kentler Nasıl Kuruldu” sergisi bulunmaktadır.
İsabey Camii
1375 yılında Aydınoğullarından İsa Bey tarafından Şamlı Mimar Ali’ye inşa ettirilmiş olan cami, Türk sanat tarihinde önemli bir yere sahiptir.
St. Jean Kilisesi
Bizans İmparatoru Büyük Iustinianus tarafından inşa ettirilmiştir. Dönemin en büyük yapılarından bir olan, altı kubbeli kilisenin merkezi kısmında, altta, Hz. İsa’nın en sevdiği havarisi St. Jean’ın mezarı bulunmuştur. Kuzeyinde hazine binası ve vaftizhane vardır.
Kale
Ziyarete kapalı olan kale içinde cam ve su sarnıçları vardır.
Artemis Tapınağı
Dünyanın yedi harikasından biridir. Antik dünyanın mermerden inşa edilmiş ilk tapınağıdır. Büyüklüğü, 105 x 50 m. ve ön cephesi diğer Artemis (Ana Tanrıça) tapınakları gibi batıya dönüktür.
Yedi Uyuyanlar
Bizans Döneminde mezar kilisesi haline getirilmiş olan bu yer, Geç Roma imparatorlarından Decius zamanında putperestlerin zulmünden kaçan yedi Hıristiyan gencin Panayır Dağı eteklerinde sığındıkları mağaradır.
Meryemana
İsa’nın annesi Meryemana, İsa öldükten sonra St. Jean ile birlikte Efes’e gelmiş ve hayatının son yıllarını burada yaşamıştır.
Magnesia Kapısı ve Doğu Gymnasionu
Efesin çevresindeki sur duvarlarının doğu kapısıdır. Yanında bulunan gymnasion, Roma Çağının okuludur.
Yukarı Agora ve Bazilika
İmparator Augustus tarafından inşa ettirilmiş, resmi toplantıların ve borsa işlemlerinin yapıldığı yerdir.
Odeion
Zamanında üzeri kapalı olan yapıda Kent Meclisi toplantıları yapılmış ve konserler verilmiştir. 1.400 kişilik kapasiteye sahiptir.
Prytaneion
Kentin ölümsüzlüğünü simgeleyen kent ateşinin hiç durmadan yandığı yerdir. Salonun çevresinde tanrı ve imparator heykelleri sıralanmıştı. Müzedeki Artemis heykelleri burada bulunmuş ve daha sonra müzeye getirilmiştir. Yanındaki yapılar kentin resmi misafirlerine ayrılmıştı.
Domitianus Meydanı
Meydanın güneyinde, teras üzerinde İmparator Domitianus adına Efesliler tarafından yaptırılmış büyük bir tapınak ve altında Efes yazıtlar galerisi vardır. Doğuda Pollio Çeşmesi ve olasılıkla hastane yapısı, kuzeyinde cadde üzerinde Memnius Anıtı yer alır.
Herakles Kapısı
Roma Çağı sonlarında yaptırılmış olan bu kapı Kuretler Caddesi’ni yaya yolu haline getirmiştir. Ön cephesinde Kuvvet Tanrısı Herakles kabartmaları dolayısıyla bu ismi almıştır.
Traianus Çeşmesi
Cadde üzerindeki iki katlı anıtlardan biridir. Ortada duran İmparator Trainus’un heykelinin ayağı altında görülen küre dünyayı simgeler.
Yamaç Evler
Teraslar üzerine inşa edilmiş olan çok katlı evlerde kentin zenginleri oturuyordu. Evlerin tabanlarında mozaikler, duvarlarında mermer kaplama ve freskler vardır.
Hamam ve Umumi Tuvalet
Romalıların en önemli sosyal yapılarındandır. Soğuk, ılık ve sıcak kısımlar vardır. Bizans Çağında tamir görmüştür. Ortasında havuz olan umumi tuvalet yapısı, aynı zamanda toplanma yeri olarak da kullanılmıştır.
Hadrianus Tapınağı
İmparator Hadrianus adına, anıt tapınak olarak inşa ettirilmiştir. Korinth düzenlidir ve frizlerinde Efes’in kuruluş efsanesi işlenmiştir.
Oktogon
Kleopatra’nın kız kardeşine ait anıtsal bir mezardır.
Heroon
Efes’in efsanevi kurucusu Androklos adına yaptırılmış bir çeşme yapısıdır. Ön kısmı Bizans Döneminde değiştirilmiştir.
Celcus Kütüphanesi
Hem kütüphane, hem de mezar anıtı görevini üstlenmiştir. Kitap ruloları, yapı içerisinde, duvarlardaki nişlerde saklanıyordu. Cephesi 1970-1980 yılları arasında restore edilmiştir.
Agora Güney Kapısı
Kütüphaneden önce, İmparator Augustus zamanında inşa edilmiştir.
Mermer Cadde
Kütüphane meydanından tiyatroya kadar uzanan caddedir.
Agora
110 x 110 m. boyutlarında ortası açık, çevresi portikler ve dükkanlarla çevrilidir. Kentin ticari ve kültürel merkeziydi.
Büyük Tiyatro
24.000 kişilik kapasiteyle antik dünyanın en büyük tiyatrosudur. Çok süslü ve üç katlı sahne binası tamamen yıkılmıştır. Oturma basamakları üç bölümlüdür.
Liman Caddesi
Efes kentinin limana bağlantısını sağlıyordu. 600 m. uzunluktaki cadde üzerine kentin Hıristiyanlık Döneminde anıtlar yapılmıştır.
Tiyatro Gymnasionu
Hem okul ve hem de hamam işlevine sahip büyük yapının avlu kısmı açıktadır. Burada tiyatroya ait mermer parçalar restorasyon amacıyla sıralanmıştır.
Liman Hamamı
Liman Caddesinin sonundaki büyük yapılar grubudur. Bir bölümü kazılmıştır.
Meryem Kilisesi
Hz. Meryem adına inşa edilmiş ilk kilisedir.
Saray Yapısı, Stadyum Caddesi, Stadyum ve Gymnasion
Otoparkın doğu kısmında yer alan Bizans sarayı ve caddenin bir bölümü restore edilmiştir. Stadyum, antik devirde sportif oyunların ve yarışmaların yapıldığı yerdir. Geç Roma Çağında gladyatör oyunları da yapılmıştır. Stadyumun yanındaki gymnasion ise hamam-okul kompleksidir.
Perge Antik Kenti…
Şehrin tarihçesinin başlangıcı tekil olarak değil ancak Pamfilya Bölgesi ile birlikte incelenebilmektedir. Bölge içerisinde tarihöncesi çağa ait mağaralara ve yerleşimlere rastlanmaktadır. Mağaralar içerisinde en tanınmış olanı Karain Mağarası, Karainin komşusu olan Öküzini Mağarası, Beldibi, Belbaşı kaya sığınakları ve Bademağacı bölgedeki en tanınmış tarihöncesi yerleşim alanlarıdır. Yerleşim örnekleri göstermektedir ki Pamfilya ovası tarihöncesi çağlardan itibaren yerleşime elverişli ve sevilen bir bölgedir. Perge akropolisinin plato düzleminin tarihöncesi dönemlerden itibaren yerleşim için tercih edilen bir alan olduğu kabul edilmiştir. Wolfram Martini’nin yapmış olduğu Perge akropolisi çalışmaları göstermiştir ki, M.Ö. 4000 veya 3000′den itibaren akropolis platosu yerleşim alanı olarak kullanılmıştır. [3] Arkeolojik buluntular arasında yer alan obsidyen ve çakmaktaşı buluntular Cilalı Taş Devri ve Bakır Çağından itibaren Perge’nin yerleşim yeri olarak kullanıldığını göstermektedir. Akropolis araştırmalar
ında Pamfilya Bölgesindeki ilk tarihöncesi gömü ile de karşılaşılmıştır. Çömlekçilik buluntuları diğer Anadolu buluntuları ile karşılaştırıldığında yalnızca Orta Anadolu örnekleri ile benzerlik göstermektedir.
Kyzikos Antik Kenti
Marmara Denizi’nin güneyinde bulunan Kapıdağ Yarımadası’nın (Antik Arktonnesos) Erdek ve Bandırma Körfezleri arasında kalan bataklığın biraz kuzeyinde geniş bir bölgeye yayılmış olan Kyzikos, bugün ‘Belkıs’ ve ‘Balkız’ olarak bilinmektedir.
Erdek’in 10-12 km. dışarısında bulunan ve büyük bir medeniyetin yaşadığı Kyzikos kentinde ilk ikamet edenlerin Dolion’lar oldukları ve şehrin kurucusunun da Kral Kyzikos olduğu bilinmektedir.
Kyzikos ve Erdek, özellikle M.Ö. 334-30 yılları arasında Helenistik Çağ’da ve yine Roma zamanında, sanatta ve mimaride özellikle de heykeltıraş alanında erişilmez bir seviyeye ulaşmış.
Kapıdağ’da çıkarılan renkli mermerleri büyük ustalıkla işleyen Kyzikoslu heykeltıraşların, o dönemde yaşamış olan birçok kral ve imparatorlara saraylar, saray süslemeleri, zamanın Tanrıları adına tapınaklar, mezar süsleri, sütun başlıkları ve su kemerleri yaptıklarını tarihi yazılardan öğrenmekteyiz.
Dünyanın sekizinci harikası olmaya aday Kyzikos’taki Hadrianus Tapınağı da İmparator Hadrianus adına Kyzikoslu mimarlar tarafından yapılmış. Bugünkü zamanda Ege’de Efes, Söke, Milet ve Bergama’daki farklı mabetlerin sütun başlıkları ile süslemelerinin Kyzikoslu mimarlarca yapıldığı bilinmektedir.
Kyzikos’tan geriye kalan ve bilinen tarihi değer taşıyan mimari zenginlikleri şöyle sıralayabiliriz; Hadrianus Tapınağı, Bouletarion, Kirazlı Yayla Manastırı, Altıköşe kuleler, Kyzikos Amfitiyatrosu, Bergama Kraliçesi Apoolonis’e adanarak oğulları tarafından yaptırılan tapınak, Hazine adı ile anılan ve her biri bir mimarın gözetimindeki üç depo, Palata Çeşmesi, Muhle Kalesi, Agios Nikolas Kilisesi, Seyitgazi Tepesi ve Kalesi, Zeytin Adasında yer alan kilise.
Kyzikos’da inşa edilen binaların hemen hemen hepsinin güzelliğinin yanında büyük bir itina ve özen ile yapıldığını binaların içerisinde ve dışarısında bulunmakta olan işlenmiş mermerler ve frizlerle süslemelerinden anlamaktayız. En fazla rastlanan friz örnekleri medousa başı ve öküz kafası. Kyzikos’un bulunduğu bölge bugün birinci derecede arkeolojik sit alanı ilan edilmiş durumdadır.
Kyzikos bilim ve kültür alanında tarihe ışık tutacak biçimde bir antik kent. O dönemin en meşhur filozofları, astronomi bilginleri, matematikçileri, edebiyatçıları ve ünlü tarihçileri, zamanın en meşhur coğrafyacısı ve deniz bilimcisi Kaşif Eudeksos Kyzikos’ta yetişmiştir.
Bu kadar eski ve görkemli geçmişini, tarihin derinliklerinde bırakmı olan Kyzikos ve Erdek, en son Bizans Dönemi’nde de Bizans’ın zeytin, zeytinyağı, şarap, balık ve ipek deposu olmuştur. Osmanlı Dönemi’nde ise Erdek’i en mükemmel ve en açık biçimde Evliya Çelebi’nin Seyahatname isimli eserinden öğrenmekteyiz. 1639 yılında Erdek’e iki kez gelmiş olan Evliya Çelebi, Erdek’in hanlarından, evlerinden, hamamlarından, dört mihrap camilerinden, misket üzümünden, 25 bin dönüm olan bağlarından, dokuz çeşit şarabından bahsetmektedir.
Kyzikos antik kenti ile Daskyleion ören yeri, Bandırma Arkeoloji Müzesi’nde teşhir edilmektedir. Müzede bulunan, Daskyleion’a ait Anadolu Pers sanatının esintilerini taşıyan mezar stelleri, kazılardan çıkarılan Pers zamanından kalmış pişmiş toprak kaplar ile Kyzikos antik kentinden ve o bölgeden elde edilen mezar stelleri sergilenmektedir.
Kremna Antik Kenti
Antik kente yakın olan Çamlık Köyünün eski ismi Girme, Kremnadan türemedir. Zamanla kelime şekil değiştirerek Girme haline gelmiştir.
Antik Pisidia bölgesinin kentlerinden olan Kremna, Burdur ili Bucak ilçesine dahil Çamlık köyünün yakınındadır. Çamlık köyü Bucaka 15 km mesafededir. Ayrıca Strabonda kent hakkındaki anlatımlarından fikir yürütülmüştür. Bunun yanında R.N.Waddington, Kremna – Girme isimlerinin yakınlığı kentin yerinin saptanmasında yardımcı olmuştur.
Hirshfeld bir yapının ithaf yazısında Colonia Lulia Agusta Felix Cremnensium kentten ismini görerek kentin yerini kesinlikle saptamıştır. 1885te J.R.S. Sterret harabeyi ziyaret etmiş, epigrafik kaynakların bazılarını kaydetmiştir. Bundan birkaç sene sonra Lanckoronski ve heyeti Kremnaya gelmiş, kentin forum ve bazilikasını incelemiştir. En kapsamlı araştırma Prof. Dr. Jale İnan tarafından yapılmıştır. Prof. Dr. İnan şehrin yüzey yapılarını inceleyip Q yapısı olarak geçen yapıyı kazmış (2) ve yapıda ele geçen heykelleri tespit edip konservasyon çalışmalarını yürütmüştür. Şehirde bulunan bütün yazıtlar, yazıtlı mimari elemanlar tespit edilip Prof. Dr. George Bean ile beraber kapsamlı bir makale yayımlanmıştır. 1985 yılında İngiliz araştırmacı Dr. S. Mitchell Kremnada çalışmalara başlamıştır.
Kentin antik adı Yunanca da uçurum anlamına gelmektedir. Bu ad kentin topografik yapısına uygundur (3). Kentin tarihi hakkında Strabon şöyle diyor: Amyntas vaktiyle zapt edilemez denilen bazı yerleri, bu arada Kremnayı da almıştır. Hatta Kremna ve Sagalassos arasında bulunan Sandalionu zapt etmek için çaba dahi harcamadı. (Strabon Anadolu 6C 569)
Kremna’nın adı ile ilgili Türkiye’deki Tarihsel adlar kitabında Prof.Bilge UMAR Kra-(u)mna yani “Doruk kenti”anlamına geldiğini söylüyor.Gerçekten de kent ,akından geçen Aksu çayının vadisine egemen bir tepe üzerindedir.Kremna’ya bir tarafından ulaşılır,geri kalan yanları ise sarp uçurumdur.
Şimdi Kremna Romalı kolonistler tarafından iskan edilmiştir. Ve Sagalassos Amyntasın bütün krallığının tabi olduğu Romalı Valiye bağlıdır.
Strabon Artemidorosa dayanarak Kremnanın Pisidiada olduğunu bildirir. Artemidoros; Selge, Sagalassos, Pednelissos, Adada Tymbriada, Kremna, Pithysos, Amblada, Anabura, Sinda, Aarasos, Tarbassos ve Termessos’un Pisidia kentleri olduklarını söyler. Bunların bazıları tamamen dağlarda oldukları halde bazıları da her iki tarafta dağların eteklerin Pamphylia ve Milyasa kadar uzanırlar ve kuzeye doğru yerleşmiş oldukları halde hepside barışsever insanlar olan Phrigialıların ve Lydialılarınn ve Karialıların komşusudur (4).
Kremnanın ilk kurulduğu yeri saptamak zordur. Ama kentin doğusundan başlayıp Cestrus (Aksu) Vadisine kadar inip vadinin de bir kısmını işgal ettiği akla yakındır.
İmparator Probus zamanında şehir Lydius adlı İsaurialı bir eşkıya tarafından işgal edilmiştir. Şehirdeki surlar Zosimosun Historia adlı (63-4) anlattığı kuşatmayla ilgilidir. Ayrıca Hadrian (117-138) Devrinden başlayıp Aurelia Devrine dek bulunan sikkelerden şehrin tarihi hakkında fikir edinilebili.
Şehir Cestrus Vadisinin dağ kolunda bulunmaktadır. Şekil bakımından girintili ve çıkıntılı üç köşelidir. Şehir 1000m yükseklikte olup yaylada kuruludur. Şehrin üç tarafı kuzeydoğu ve güney yamaçları kayalıktır. Batıda, üzerinde bulunduğu dağ kolunun büyük dağ silsilesine bağlandığı yerdir (6).
Boğadıç Dağının doğu yüzüne kurulmuştur. Kremnanın batı hududunu Cestrus vadisindeki ırmak oluşturuyor olabilir. Yine batı kısım çıkılabilir yamaçlara sahip olduğundan şehre giriş buradan sağlanmaktadır. Batı kısımdaki sel yatağı, antik dönemde inşaa edilmiş surlar, Akropolü zaptı zor stratejik bir duruma getirmiştir. Akropol yüzeyi düz olmayıp kuzeydoğusunda ve güneydoğusunda tepecikler vardır. Kentin resmi yapılarının çoğu iki küçük vadi içinde toplanmıştır.
Şehir planı; iki vadinin birleştiği yerde forum, basilica, exedra bulunmaktadır. Bu üçlü kompleksin doğusunda Lanckoronskinin araştırmaları sonucu bulunan tiyatro, tiyatronun kuzeyinde Dorik agora yer alır. Longus Forumunun güneyine Lanckoronski ve heyeti tarafından anlamlandırılamayan tonuzlu büyük dörtgen yapı (Q) bulunmaktadır. Forumun kuzeyinde sarnıçlar yer alır. Forumun batısında sütunlu cadde, basilicanın batısında Nympheum bulunur (7). Nympheum, exedra, forumun ve sütunlu caddenin girişi arasında bir alan bulunur, bu alandan sütunlu caddenin kuzey yerlerine çıkan merdivenler vardır. Akropolün yüksek tepelerinden toprak ve arazinin elverişli yerlerinde evler serpilmiş durumdadır. Kentin dışında Hıristiyanlık devri kiliselerine rastlanır. Akropolün batı ve güneybatı yamaçlarında mezar anıtları, yine kent dışında yayılmıştır. Şehrin batısını kuşatan sur duvarları kalıntıları Mitchell tarafından bulunmuştur. Güney surlarının doğusunda arklar bulunmaktadır. Aynı su üzerinde güney ve batı kapıları bulunmaktadır. Batı suru ile güney surunun birleştiği kesimde lahit bulunmuştur. Güney surunun dışında, batı kısmında bir mezar yapısı vardır.
Kent Hakkındaki Fotoğraflar:
Patara Antik Kenti
Akdeniz Üniversitesi’nden Prof. Fahri Işık ve ekibi tarafından 1988 yılından beri kazıları sürdürülen Patara antik kenti, arkeolojik ve tarihsel değerlerinin yanında Akdeniz kaplumbağaları Caretta-Carettaların milyonlarca yıldır yumurtalarını bırakıp yavruladıkları ender sahillerden biri olması ile de ayrı bir doğasal öneme sahiptir.
M.Ö. 13. yy’a ait Hitit metinlerinde şehir adının Patara olarak geçmesi Xanthos’un yanında Likya bölgesindeki en eski şehirlerinden biri olduğunu gösterir. Bölgenin en büyük ve en işlek limanı olarak önemini hiçbir devirde yitirmeyen Patara’nın yazıt ve sikkelerde Likya dilindeki adı PTTARA olarak geçer. Hellenistik ve daha sonraki dönemlerde Patara Arap kaynaklarında ise Batara olarak anılır. Hellenistik dönemlerde Tanrı Apollon’un kışlık kehanet merkezi Likya birliğinin üç oy hakkına sahip şehirlerinden biri, Bizans döneminde ise Aziz Nicholas’ın doğum yeri olarak ün yapmış kenti, kutsal topraklara giden hacıları bir uğrak limanı olarak kullanmışlardır. Yaşamını 16. yy.’da Osmanlı Sultanı II. Beyazıt’a kadar sürdüren Patara bu önemini hiç şüphesiz Akdeniz Ticaret yollarının üzerinde korumalı bir limana sahip olmasına borçludur. Genel olarak antik liman çevresinde odaklasan kent merkezi, zamanla körfez ile doğudaki liman arasında kalan teraslara yayılmıştır. Şehrin önemini yitirip terk edilmeye başlanması, limanın kum ve çamurla dolmasıyla ve 7. yy.’dan itibaren güney kıyılarına yapılan Arap akınlarına karşı kentin yukarılara kaymış olmasıyla açıklanabilir.
Patara, 1811-1812 yıllarında İngiliz deniz kuvvetlerine ait geminin kaptanı Beaufort tarafından yeniden bulunmasıyla tarih sahnesinde bir kez daha çıkmış 1842 yılında ise C. Fellows ve arkadaşlarının bugün British Museum’da sergilenen Xanthos’un ünlü anıtlarını yükledikleri liman yine Patara olmuştur.
Xanthos vadisinin son şehri ve Likya’nın en büyük liman kapısı olan Patara, bugün Akdeniz’in en temiz sahillerinin kenarında kum ve çalılarla kaplı durumdadır. Deniz kumlarının doldurmasıyla denizle ilişkisi kesilen antik liman bataklık ve göl halini almış, bataklıkta oluşan “ılgınlar” (Tamarix sp.) zamanla bölgenin kendine has bitkisi olmuştur.
Ayrıca tiyatronun büyük bir bölümünü kaplayan kumların tüm ören yerini örtme tehlikesi karşısında kalıntıların önündeki kumsal Kıbrıs akasyası ve Okaliptüs ile ağaçlandırılmaktadır. Bu sayede durdurulacak kum istilasından sonra ilerletilecek kazılarla örenyerleri daha çok gün ışığına çıkma şansına sahip olacaktır. Patara’nın genel görünümü diğer Likya kentlerinin özelliklerini göstermez. Her ne kadar erken dönemlere ait kalıntılar varsa da yapılar ve kent planı zamanla çok değişmiştir. Bugün ayakta kalan yapıların çoğu Roma-Bizans ve hatta Ortaçağ’a aittir.
Şehre ve günümüz kalıntılarına giriş görkemli ve çok iyi korunmuş bir Roma zafer takından yapılmaktadır. M.S. 100 yıllarında bölge valisi adına inşa edildiği, kitabelerinden anlaşılmaktadır. Takın batısındaki tepenin yamaçlarında, Likya tipi lahitlerin bulunduğu mezarlık alanı uzanır. Kentin en güney ucundaki Kurşunlu Tepeye yaslanmış olan Tiyatro, Hellenistik Dönem (M.Ö. 2. yy.) özellikleri gösterir. Ancak M.S. I. yy.’ın ortalarında birçok Likya kentinde etkisini gösteren depremle yıkılmış ve yeniden inşa edilmiş olup, bugün büyük ölçüde plajdan gelen kumla doludur. Doğu girişindeki mükemmel kitabe İ.S. 147′deki onarım ve ekleri anlatmaktadır.
Tiyatronun yaslandığı Kurşunlu Tepe şehrin genel görünümünün ve yörenin seyredildiği en güzel köşedir. Buradan şehrin diğer kalıntıları; Vespasian Hamamları, Korinth tapınağı, Anacadde, liman ve Hadrian dönemi Ambarı rahatlıkla izlenebilir. Tepenin kuzeybatısındaki bataklığın arkasındaki tahıl ambarı (Granarium), 65×32 m boyutlarıyla Patara’nın günümüzde kalmış anıtsal yapılarından biri olup İmparator Adrian (117-138) dönemine tarihlenmektedir. Ambarın kentle direk ilişkisinin olmaması kente hizmet etmediğini, gemilerle gelen belki de kentte kışlayan buğdayın depolanmasında kullanıldığını göstermektedir.
Şehrin suyu yaklaşık 20 km. kuzeydoğusundaki İslamlar Köyü yakınlarında, Kızıltepe yamacındaki kayalıktan getirilmiştir. Kaynakla şehir arasında, FIRNAZ iskelesinin kuzeyindeki; mahallen “Delik kemer” olarak adlandırılan bölüm ise su yollarının en anıtsal bölümüdür
Xanthos Antik Kenti
Fethiye-Kas karayolu üzerinde Fethiye’ye 46 km. uzakliktaki Kinik Köyü’nde yer alir. Sehir Xanthos nehri (bugün Esen Çayi) kenarindaki ovaya hakim iki tepe üzerinde kurulmustur. Ilki Esen Çayi’nin kenarindan sarpça bir kayalik seklinde yükselen surla çevrili Likya akropolü; ikincisi ise kuzeydeki daha yüksek ve genis olan Roma akropolüdür.
Xanthos kenti, birçok önemli özelliklerinin yaninda tarihi en çok acilarla dolu kent olarak bilinir. Tarihçiler, kentin birçok kez yerle bir oldugunu veya yandigini fakat yeni sehrin küller arasindan yeniden yeserdigini yazarlar.
Likya’nin baskenti olan Kanthos’un adi, Likya yazisi ile yazilmis kitabelerde ARNNA olarak geçer. Homeros, Sarpedon yönetimindeki Xanthos’lularin Troya savaslarina katildiklarini yazar ki bu olay sehrin en eski yazili tarihine isaret eder. Sehir, M.Ö. 546′da Pers kumandani Harpagos tarafindan kusatilir. Xanthos’lularin kahramanca karsi koyup direnmelerine ragmen çaresiz duruma düstüklerinde, kadin ve çocuklarini öldürüp sehri atese vererek insansiz ve harap bir sehri Harpagos’a birakirlar, bu toplu intihardan o sirada sehirde bulunmayan 80 aile kurtulur ki sehirlerini yeni gelen göçmenlerle yeniden kurarlar.
M.Ö. 475-450 arasinda Xanthos, bu kez yangin felaketi ile karsilasir. Kazilarla da belirlenen bu yangin katindan sonra sehir büyük bir gelisme göstererek bati dünyasi ile özellikle de Atina ile sicak iliskiler kurar.
Büyük Iskender’in seferi sirasinda Xanthos’lular Pers Harpagos’a oldugu gibi direnme göstermisler. M.Ö. 309′dan itibaren misir hanedani Ptolemaios’larm, ardindan birçok Likya sehri gibi Suriye Krali III. Antiokhos’un egemenligini kabul etmek zorunda kalmislardir.
M.Ö. 2. yy’da Likya birligini bassehri olan Xanthos, 42 yilinda bu kez Romali Brutus tarafindan yerle bir edilmis ancak ardindan Imp. Marcus Antonius’un gayretleriyle yeniden imar görmüstür. M.S. I. yy.’da Roma egemenligi altindaki Xanthos’ta Imp. Vespasianus adina tak yaptirilmis, günümüze kalmis Roma yapilarinin çogu bu dönemde insa edilmistir.
Bizans egemenligi sirasinda psikoposluk merkezi olan Xanthos, bu dönemde birçok yeni yapiya kavusmustur. Ancak 7.yy’dan sonra Arap akinlari sehrin terk edilmesine sebep olmus, 1838′de yeniden kesfedilip talan edilmesine kadar yani basindaki Kinik’ta ufak bir köy olarak yasamini sürdürmüstür. Sehirdeki kazi çalismalari, 1950 yilindan beri Fransiz arkeologlar tarafindan yürütülmektedir. Xanthos’un her iki akropolü de degisik örgü sistemlerinin görüldügü sur duvarlari ile çevrili olup Likya akropolünü dogudan çevreleyen poligonal teknikteki sur M.Ö. 4. yy.’a aittir. Güney yönündeki sur ile Esen çayi tarafindaki surlarin bir kismi, Hellenistik devirde yapilmis düzgün bloklardan olusur. Geri kalan surlar harçli duvarlari ile Bizans dönemine aittir.
Bizans sur kalintisinin kuzeyindeki sahayi Roma devri tiyatrosu kaplar. Xanthos’un en ilginç kalintilari, tiyatronun batisinda yer alir. bunlardan ilki; yüksek dikdörtgen yekpare kaide üzerindeki ölü ailesi ile yanindaki kadin gövdeli, kus kanatli yaratiklar olan ve ölülerin ruhlarini gökyüzüne tasidiklarina inanilan “Harpy” kabartmalarina sahiptir. Bugün orijinal bloklari, Biritish Museum’da sergilenen Harpy aniti, M.Ö. 5. yy’a tarihlenmekte; bu anit mezarin yaninda 4. yy.’a ait diger bir kaideli Likya lahdi yer almaktadir. Tiyatronun kuzeyindeki kare sekilli alan ise Roma devri agorasidir. Agoranin kuzey-dogu kösesinde, yekpare dikdörtgen gövdesinde Likya yazisiyla yazilmis kitabeye sahip anit mezar yükselir. Harp anitina benzer kabartmali mezar odasinda sahip oldugu düsünülen anitin gövdesindeki kitabe, günümüze dek bulunmus Likya dilindeki en uzun kitabe olup, Kherei adli Xanthos’lu prensin serüvenlerini anlatmaktadir. Roma akropolünde de birçok kaya mezari ve kaideli mezari yan yana görmek mümkündür. Bunlardan kaidesi disinda tümü British Museum’a tasinmis olan M.Ö. 4. yy’a ait Payava lahdi en ülü olanidir. Xanthos’un diger ünlü aniti ise yine British Museum’da sergilenen Nereidler anitidir. Günümüz kalintilarina çikan rampanin sag kenarinda sadece temelleri kalmis olan tapmak planli anit, sütunlari arasindaki su perileri Nereidlerin heykellerinden dolayi bu adla anilmakta olup, M.Ö. 4. yy’a aittir.
.